Oyuncu Gülçin Çakır: Üretim süreci benim için hiçbir zaman bitmeyecek
Ünlü oyuncu Gülçin Çakır, Gazete Sanat'tan Mine Alpan'a verdiği röportajında çarpıcı açıklamalarda bulundu. Üretim sürecinin kendisi için hiçbir zaman bitmeyeceğini açıklayan Çakır, kendisini ilk kamera deneyiminde zorlayan sahneyi açıkladı.
Türkiye’de devlet tiyatrolarında yıllarca oynamış, ‘İki Aile’, ‘Yağmurlarda Yıkansam’ ve birçok televizyon filminde oyunculuk yapan, “Bir Demet Tiyatro” ve “Çatı Katı” dizilerinde rejide görev alan, Amerika’da eğitimini tamamlayıp Türkiye’de dört sezon “Kurtlar Vadisi Pusu” dizisinde “Lale Zara” rolüyle karşımıza çıkan, İngiltere’nin Manchester şehrinde Türk tiyatrosu yapılmasını sağlayan, bir Türk oyuncu olarak İngiltere’nin seçkin İngiliz oyuncularından oluşan Cloud tiyatrosunda “ İki Şehrin Hikayesi” adlı oyunda rol alan ve Grand tiyatro sahnesine çıkan, aktris ve yönetmen Gülçin Çakır ile yaşama ve sanata dair sohbet tadında güzel bir röportaj gerçekleştirdik.
Mine Alpan: Bir tiyatro ve sinema oyuncusu olarak, sinema oyunculuğu konusundaki izlenimleriniz neler?
Gülçin Çakır: Sinema oyunculuğu ve tiyatro oyunculuğu birbirinden çok ayrı, her ne kadar öyle algılanmasa da. Sinemada tiyatronun aksine daha küçük oynamanız gerekli. Mimikleriniz, tepkiniz her şey minimal olmalı. O yüzden dünyada gelişmiş televizyon oyunculuğu teknikleri var ve bence hedefi kamera olan her oyuncu adayı bu konuda eğitim almalı, kendini yetiştirmeli. Tabi yetenek de olmazsa olmaz. Bizde sinema oyunculuğu biraz es geçilmiş, herkes her şeyi oynayabilirmiş gibi bir algı var. Oysa sinema hem iyi oynayanı hem de ekran sempatisi olanı seviyor. Sadece iyi oyuncu olmak da yeterli değil. Dışardan kolay görünse de gerçek anlamda etkileyici bir doğal sinema oyunculuğu gerçekten çok zor.
İlk kamera önü deneyiminizde sizi zorlayan ne oldu?
İlk kamera karşısına, bir reklam filminde geçmiştim ve sette sürekli bağıran bir yönetmen vardı. Sanki yönetmenliğin ilk kuralı bağırmakmış gibi. Hem de baya küfür falan ediyordu. Adını sorsanız hatırlamam, öyle bilindik bir marka ve tanınmış bir şirket değildi. O kadar gerilmiştim ki iki lafı söyleyememiştim. Kaç tekrar yapmıştık. Hatta setten ağlayarak giden olmuştu. Şuan daha bilinçli herkes. Ama onun dışında beni zorlayan yine ben oluyorum. Kendime ket vuruyorum. Akışına bırakamıyorum ve çok irdeliyorum. Mükemmel olsun diye sanırım.
Göç ve Kadın hikayesi üzerine bir film senaryonuz var, biraz senaryonun konusu hakkında bilgi verebilir misiniz?
Bu senaryo fikri nasıl ortaya çıktı, yazım süreci nasıl şekillendi? Ben beni bildim bileli yazarım hatta en az yazdığım dönem içerisindeyim. Kendime DURAKLAMA DÖNEMİ’mdeyim diyorum. Bu senaryo aslında yaklaşık 15 yıllık bir geçmişe sahip. Ben ilk istanbul’a taşındığımda 2006 yılıydı ve sürekli yolda gördüğüm, tanıştığım, tanıdığım insanların öykülerini yazardım. Amerika’ya taşınmamla birlikte bunlara göç hikayeleri eklendi ve 4 yıl öncesi de hepsi birleşip bir kadın hikayesine dönüştü. Benim kahramanım da ülke değiştirmiş, geleneklerin ortasında sıkışmış bir kadının var olma öyküsü. Çok güçlü bir kadın ve ona destek olan ailesinin, başka bir ülkede yabancı olmaktan kurtulma hikayesi. Bir melodram. Sorunların tam ortasında komik ögeler barındıran bir film. Senaryom hemen hemen tamamlandı, son düzenlemeler yapılınca artık yapımcıların kapısını çalacağım.
İngiltere’de tiyatroya bakış açısı nasıl?
İngiltere’de İngilizlerin tiyatroya ilgisi muhteşem. Benim şu an çalıştığım yerel müzikal tiyatro 1932’de kurulmuş. Ne zaman küçük bir kasabaya gitsem mutlaka bir tiyatrosu var ya da kilisede vs. tiyatro yapan topluluklar. Amatör ya da profesyonel demeden oyun izlemeyi seviyorlar özellikle orta yaş ve üstü olan kesim. Gençler daha ilgisiz görünse de konuşunca hemen hepsi yine bize oranla defalarca oyun izlemiştir. Tiyatro burada hayatın bir parçası. Benim bulunduğum kasabada oyun biletleri 3 günde tükeniyor ve sırf destek için bile olsa insanlar oyun izliyor. Burada bizden farklı olarak Pantolar (Genelde bazı kadın rolünü erkeklerin, erkek rolünü kadınların oynadığı abartılı komedi) çok seviliyor, bunun yanı sıra müzikaller çok ilgi görüyor.
Siz rejisörlük eğitiminizi nereden aldınız?
Kendinizi sürekli geliştirmeye nasıl devam ediyorsunuz? Ben reji yapmaya BKM de “Bir Demet Tiyatro” dizisinde reji asistanı olarak başladım ve çok sevdim. Ardından yine bir dizide reji asistanlığı yaptım az buçuk montaj falan öğrendim. Amerika’ya gidince önce tiyatro oyunculuğu dersleri almaya başladım, sonra kamera oyunculuğu derken son yıl film yapımı dersleri aldım. Bu arada zaten Türkiye’de tiyatro bölümünden mezun olmuştum. Türkiye’ye dönünce de oyunculuğun yanı sıra Marmara Üniversitesi Sinema, Televizyon bölümünde master yaptım. Böylece sinemada rejisörlük denemelerim başladı. Tiyatroda ise okuldan beri en iyi olduğum alanlardan biri dramaturjiydi ve Devlet Tiyatrosunda çalıştığım dönemlerde birçok oyunda reji asistanlığı yaptım. Tiyatro yönetmenliğine geçiş bu yüzden zor olmadı benim için.
İngiltere’nin Manchester şehrinde Türk tiyatrosu yapılmasını sağladınız, bu nasıl gelişti, zorlukları oldu mu? Ve halkın Türk tiyatrosuna ilgisi nasıldı?
Manchester’da harika bir ekiple, çok güzel bir oyun çıkardık ve çok güzel bir seyirci kitlesine ulaştık. Ben oyun yönetmek istiyordum fakat nereden başlamam gerektiği konusunda bir kaç arkadaşımın desteğini alarak Manchester’daki bir Türk derneğiyle görüşme ayarladım ve tüm risklerden de bahsederek sorumluluk almaya hazır olduğumu söyledim. Giderken zaten bir kaç oyunun rejisini ve tüm yapılması gereken detayları hazırlamıştım. Onlar da zaten sanatsever insanlardı ve teklifi değerlendirdiler. Başlangıçlar her zaman zordur çünkü bilinmezler vardır. Tiyatroyu seven ama nasıl yapıldığını bilmeyen insanları bir araya getirmek, yeteneklerine inandırmak ve size inanmalarını sağlamak elbette ki zor bir süreçti. Çok şevkle gelen insanların, herhangi bir aksilikte umutsuzluğa kapılmaları çok kolay o yüzden öncelikle karşılıklı güveni oluşturduk ve güzel bir oyun çıkardık. Yazılı medya da bizden çok güzel bahsetti o dönem. Pandemi’den önce başka bir Türk derneğiyle Manchester’da gösterilecek ikinci Türk oyununu çalışıyorduk mesela. İlk oyunun seyircisi ve oyuncularını tiyatro isteği ve desteği hiç bitmedi ve oyuna dahil olamayan bir çok kişiden yeni oyun yapılması yönünde istekler geldi ve yine bir karşılıklı hazırlık sürecinden sonra provalara başladık. Umarız kötü günler geçince yine çalışkan bir ekiple, güzel bir müzikal sahneye koyacağız.
Birde kendinizin yönettiği bir kısa film çalışmanız olmuş, peki bu kısa filmin konusu neydi? Çekim nerede gerçekleşti?
Filmimim ismi Elalem Ne Der? Film, hayatları aynı erkekte çakışan 3 kadının trajik öyküsüydü. İsminden anlaşıldığı üzere toplumsal baskının kadınlar üzerindeki psikoljik etkisinin anlatıldığı bir filmdi. Devlet tiyatrosu oyuncularından oluşan bir oyuncu kadrosu ve yine sinema çevresinde iyi işler yapmış bir çekim ekibi vardı. Bir erkek oyuncumuz dışında set ekibi ve oyuncular kadınlardan oluşuyordu, tam bir kadın filmiydi. Çekimlerini İzmir’de gerçekleştirdik. Uçan Süpürge Film Festivalinde gösterimi yapıldı.
Kaleme aldığınız romanınız ne zaman yayımlanacak ve kitabın içeriği hakkında bilgi verebilir misiniz?
Son 3 yıldır üzerinde çalışıyorum, tam bir gençlik romanı. Üniversite öğrencisi bir kızın aşkları üzerine kurulmuş bir kitap. Aşklar, baskılar, çıkar ilişkileri, yok oluş ve kendine gelme hikayesi. Sanıyorum yeni yıla doğru roman için yayımcılarla görüşmeye başlayacağım. Hiç daha önce kitap yayınlamadığım için benim için değişik bir süreç olacak.
Oyunculuk, yönetmenlik, yazarlık gibi başarılı çalışmalarınız İngiltere’de devam ediyor, sizin gerçekleştirdiğiniz sanatsal projeleriniz ile ilgili eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Üretim süreci benim için hiçbir zaman bitmeyecek. Tiyatro yönetmenliğine devam edeceğim, bu arada iki kişilik bir oyun projemiz var en kısa zamanda hayata geçirmeyi planlıyoruz. Bunun dışında fotoğraf çekme hobimi profesyonelliğe taşıdım ve onu geliştirmek gibi bir hedefim var. Oyuncuların sahne arkası hayatını fotoğraflayıp, sergilemek istiyorum. Ben kendime hedefler koyuyorum, yapabildiğimi kar sayıyorum. Çünkü tüm bu hedeflerim benim tamamlamaya çalıştığım parçalarım. Yaptığım işleri önemseyip bana söz hakkı verdiğiniz için size teşekkür ederim. Ben ve benim gibi düşünenler için en önemli şey birileri tarafından fark edilip destek görmek. Umuyorum bir dahaki sefere çekilmiş bir film ve basılmış bir kitap üzerinden sohbet ederiz sizlerle. Bol okuyuculu güzel günler diliyorum, sevgiyle…
Kaynak: gazetesanat.com