Saygı Öztürk'ten sarsıcı bir kitap daha! 'Cehennemi Yaşadım'
Araştırmacı gazeteci-yazar Saygı Öztürk, Cehennemi Yaşadım'da kaçırılan asker ve polislerimizin şehit edildiği Gara zindanında yaşananların perde arkasını anlatıyor.
Yazdığı her kitap ile kamuoyunun ilgisini çeken, takdirini kazanan araştırmacı gazeteci-yazar Saygı Öztürk, okuyanı sarsan yeni bir kitap ile karşımızda.
Öztürk, “Cehennemi Yaşadım’ adlı son kitabıyla, kaçırılan asker ve polislerimizin şehit edildiği Gara zindanında yaşananların perde arkasını anlatıyor.
Kitap, kahramanların son dakikaya kadar direnişlerini, işkencelerden kurtulanların gerçek yaşam öyküsünü aktarıyor.
216 sayfadan oluşan eser, Doğan Kitap yayınları arasında raflardaki yerini aldı.
Sorular ve cevaplar…
Saygı Öztürk kitabında, okuyucunun merak ettiği şu sorulara cevap arıyor ve buluyor:
- Terör örgütünün kaçırdığı asker ve polislerimiz zindanda neler yaşadı?
- Evlatlarını kurtarmak isteyen aileler niçin dağ bayır dolaştı, kimlere ulaştı?
- Terör zindanındakiler gönderdikleri ilk ve son mektuplarında neler yazdılar?
- Niçin sitem ettiler, devletten ve ailelerinden neler istediler?
- Gara’daki vatandaşlarımızı kurtarma operasyonu nasıl hazırlandı?
- Güneşi, rüzgârı, gündüzü niçin unuttular; altı yıl sonra öldürülme emrini kim verdi?
- Zindanın yakalanan sözde gardiyanları ifadelerinde ne söylediler?
- Terörist zindanlarında yapılan işkenceleri yaşayanlar nasıl anlattı?
- Kurtarılan kaymakam, asker, polis ve korucubaşları bu kitap için neler anlattı?
‘Gözyaşlarımı tutamadım’
Saygı Öztürk, son kitabını yenijournal.com Genel Yayın Yönetmeni Volkan Eser’e ayrıntılarıyla anlattı.
Saygı Öztürk, “Bu benim 25. kitabım. Kuzey Irak’ın Gara bölgesinde, 13 asker ve polisimizin kafalarına kurşun sıkılarak şehit edilmesini, herkes gibi ben de yüreği yanarak öğrenmiştim. Bu olayda yaşananları ortaya koyabilmek için, önce ne zaman kaçırıldıklarına bakmam gerekiyordu. Aradan tam 6 yıl geçmiş, toplum bunları bir yerde unutmuştu. Ama bölücü örgütün elinde bu insanlar neler çekmiş, neler yaşamış, aileleri neler yapmış, bunları araştırmaya başladım. Elimde sadece bir ailenin telefonu vardı. Buradan yola çıktım, neredeyse aynı gün 12 aileyle konuştum. Zindanda yazmalarına izin verilen ilk ve son mektuplarına ulaştım. Kaçırılma öykülerini, ailelerinden dinledim. Her olay birbirinden ilginçti. Ertesi gün evlenecek olan polisin, kardeşinin düğününde gelin arabasını kullanan askerin nasıl kaçırıldığını, içim yanarak öğrendim. Otobüslerden çekiştirilerek indirilen askerlerimizin götürülüşünü, olayın tanıklarından dinledim. Hikayeler, yürekleri yakıyor. Hem dinlerken, hem de yazarken göz yaşlarımı tutamadım’’ dedi.
Mektupları anlattı
Kitabında, PKK’nın esir tuttuğu güvenlik görevlileri ile aileleri arasındaki mektuplaşmaları da yazan Saygı Öztürk, sözlerini şöyle sürdürdü: “Her olayı, her kaçırılma öyküsünü dinledikçe, insanların götürüldükleri yerlerde, neler yaşadıklarını öğrenmeye çalıştım. Bunu da değişik dönemlerde, sözde cezaevi sorumlularının ifadelerine, başka zindanlardan bir şekilde kurtulan askerlerimizden, polislerimizden dinledim. Meğer bu insanlar neler yaşamış neler. Bir mektupta askerimiz anneye, babaya, millete şöyle sesleniyordu: ‘Güneşin nasıl doğduğunu, rüzgarın nasıl estiğini unuttuk. Her şeye hasret bırakıldık.’
‘Evlatlarını tanımayan aileler oldu’
Bazı ailelerin evlatlarını tanıyamadığını, bazı ailelerin çocuklarını vücuttaki bir işaretten tanıdığını anlatan Öztürk, “Aileler, morga evlatlarını teşhis etmek için götürüldü. Ancak onları bir türlü tanıyamıyorlardı. Bakıyorsunuz 90 kiloluk delikanlı, 40-45 kiloya düşmüş. Kimisi evlatlarını ayağındaki bir benden, kimisi vücuttaki bir işaretten tanımıştı. ‘Belki bir gün dönecekler’ umuduyla yaşayan ailelerin, bu operasyonla umutları söndü. Kaçırılıp da örgütün zindanlarında tutulanlardan bazıları da, sivil toplum kuruluşlarının devreye girmesiyle kurtarılmıştı’’ diye konuştu.
İşkence yöntemleri
Gara zindanında, güvenlik görevlilerine uygulanan işkence yöntemlerini de anlatan Saygı Öztürk, şöyle devam etti: “Bileklerindeki kelepçeyi, iple burun deliklerine bağlayan işkence yöntemini de ilk kez öğreniyorduk. Yer altında 120 basamakla ancak inilebilen, yazın soba yakılmasıyla ancak durulabilen mağara odalarında, gün yüzü görmeden bekletilenlerin hazin hikayelerini, bizzat yaşayanlardan öğrendim. Cehennemde, yerin 120 metre derinliklerinde insanlar birbirlerine umut masalları anlatıyor, bir gün kurtarılacaklarını bekliyorlardı. Onlardan kurtarılanlar da, köylerine döndüklerinde bir deri bir kemik kalmışlardı. Kaçırılanlardan birisi de, Kaymakam Kenan Erenoğlu’ydu. Her grubun içerisinde terör örgütünün ajanları da bulunuyor, onların kaçma girişimlerinde bulunup bulunmayacaklarını da, ne konuştuklarını da öğreniyorlardı. Serbest bırakmak istedikleri bir askere verilen görev ise, birliğine gidip, general ve albaya suikast yapmasıydı. Bazı kurtarma işlerinde insan hakları derneği, bazılarında şeyhler devreye giriyor, akıl almaz işkence yöntemleri de uygulanıyordu. Ayak tırnaklarını pense ile çekmekten tutun, soyundurup üzerlerine şekerli su döküp sineklerin, böceklerin, yere yatırılmış, elleri bağlanmış insanların üzerine doluşmasını sağlıyorlardı. Ve o zindanlardan kaçmak kolay değildi. Bir kişi kaçabildi, o da ölümü göze almıştı. Kitapta kaçırılanların öyküleri, ilk ve son mektupları, yaşadıklarını ortaya koyarken ben de ailelerinin üzüntülerine ortak oluyor, o insanların neler çektiğini sanki yaşıyordum.”