Damla Zararsız

Cevap hakkı

Damla Zararsız

Hiç yanlış zamanda doğduğunuzu düşündünüz mü? Gerçi son yıllarda o kadar kötü tecrübeler yaşadık ki… (Afetler, savaş, salgın hastalık, ekonomik kriz vs.) Eminim, çoğumuzun aklından bir kez olsun geçmiştir bu düşünce. Dünya çok yaşlı. Bizimse (insanoğlu) en deli çağlarımız. Kaynayan kanımıza yetişmeye çalışan zavallı dünyanın kalbi tekliyor, nefesi daralıyor, dizleri ağrıyor. Belki de biz yanlış zamanda doğmadık da zaman dünyayı çok yıprattı. Ah şu zaman... Ağzı dili olsa da bir konuşsa...

Ne kadar sorumluluk yükledik sırtına, ne kadar çok şey bekledik ondan ve ona gereksiz yere ne kadar çok kızdık...

Bu yazıda zamanım sesi olmaya karar verdim. Kendi kendimin sesi olmak da iyi, hoş ama başkasına ses olmak da gerekmez mi bazen!

Neyse...

Gereklilik konusuna girersek çıkamayız. Bana göre zaman bir yiyecek olsa sarımsak olurdu. Evet, sarımsak. Hem her şeye acımsı bir tat verir hem de her derde deva... Daha ne istiyorsunuz?

Bir insan olsaydı şayet, suçsuz yere yıllarca hapis yatmış bir ihtiyar olurdu ancak...

Ve eğer bir sesi olsaydı her gün duyup duymaya alıştığımız, bir süre sonra yok saydığımız trafik gürültüsü olurdu ancak...

Her gün binlerce insan aynı böyle yargılarla zan altında bırakıyor zamanı. Esra Erol olsaydı, "Bahsi geçen herkesin cevap hakkı vardır." derdi. Sözü artık zamana bırakıyorum.

...

Nasılsınız sevgili insanlar? Durun cevap vermeyin. “İyiyim” diyeceksiniz değil mi içinizde binbir acı, kafanızda bir sürü soru varken ve hayat telaşı içinde kayboluyorken, cebiniz boşken, üstelik dağlar kadarken yapılması gereken ödemeler...

Ayrıca daha dün en yakın dostunuzdan, ailenizden, sevdiğiniz kişiden darbe almışken ve her gün biraz daha azalırken yaşama sevginiz; güvende hissetmiyorken attığınız her adımda ve insanlardan her kötülüğü görmeyi kanıksamışken, sessiz kalıyorken yapılan her haksızlığa ve günü karnı tok geçirdiğiniz için üzülmüyorken açın haline iyi olduğunuza inanmam.

Ağır mı geldi? Dünya var olduğundan beri bir sürü sıfat yüklediğimiz bana ve beni bir sürü şeye benzettiniz. Yaptığınız her hatayı bana bıraktınız düzeltmem için, hızlı geçiyorum diye suçladınız kendi yavaşlığınıza aldırmadan, durdurmak istediniz veya hızlı akayım diye dua ettiniz bazı günler, kendi beceriksizliğinizi bana yüklediniz. Neymiş efendim, "Zaman yetmedi.".

Yahu, ben sana yetemem, sen yetinmeyi bileceksin. Kusura bakmayın çok doluyum. Mikrofonu elime almışken konudan konuya atlayıp içimi dökesim var. Yaşlanıp çirkinleşen bedeniniz için beni suçladınız da gençken niye teşekkür etmediniz?

Binlerce şarkı, şiir, kitap yazdınız da niye hiç birinde benim fikrimi almadınız?

Eğitimler, seminerler düzenleyip öğrettiniz zamanı yönetmeyi de niye terzi gibi kendi söküğünüzü dikemediniz?

Kendi kendinize kaldıramadığınız her acıyı neden bana bıraktınız?

Siz unuturken size uygulanan onca adaletsiz adil sistemi niye benim hafızama gömdünüz?

Sizden çalınan umut, sevinç, dostluk, kardeşlik için niye beni hırsız ilan ettiniz?

Siz değiştiniz sevgili insanlar. Ben hep aynı düzenimde akmaya devam ederken siz önce bazı şeyleri görmezden gelmeye alıştınız, susmaya ve sesi çıkanı susturmaya başladınız ve en sonunda unutmayı öğrendiniz.

Kesildi bir kolunuz, "Olsun bir tane daha var." dediniz. Göğe kaldırıp başınızı tavanı gördünüz ve yürürken hep karşıya baktınız ayağınızın altında ezilen karıncalara aldırmadan.

Sözün özü sevgili insanlar, ben sadece akmaya devam ettim. Siz kendinize neyi layık gördüyseniz hep onu yaşadınız ve sonsuza kadar da yaşamaya devam edeceksiniz. Diyeceklerim bu kadar...

Yazarın Diğer Yazıları