Çok da eski olmayan bir zamanda şehirlerin birinde bir kaplumbağa yaşarmış. Yaşarmış dediğime bakmayın bir görev bilirmiş hayatı. Uyanır, karnını doyurur, az yürür yorulur, akşam olunca da çekilirmiş kabuğuna... Çünkü kabuğu en güvenli yermiş. Işık geçirmez, gün değmez, yağmur girmez, kötülük yapacak herkese taştan bir duvar oluverirmiş.
Bir gün yine her günkü gibi uyanmış, kahvaltısını yapmış, az gitmiş yorulmuş, dinlenmiş durulmuş. Akşam olunca kabuğuna çekilmeyi unutmuş. Bakınmış etrafına pek de bir tehlike yokmuş. Yalnız daha önce hiç akşam görmediğinden dünyayı şaşkınmış biraz. İnsanlar, arabalar hızlı hızlı hareket ediyor, her yerde rengarenk ışıklar yanıyor, hep mavi bildiği gökyüzü lacivert oluyor, Güneş kayboluyor Ay doğuyormuş.
İlk gün şaşkın şaşkın bakmış etrafına, ikinci gün şaşkın ama daha az, üçüncü gün şaşırmadan ve nihayet dördüncü gün kabullenerek farklı gelen her şeyi...
Günler günleri kovalamış. Dışarısı iyiymiş iyi olmasına ama sıkılmış kaplumbağa. Dışarıda geçirdiği her akşam yeni arkadaşlar tanıyor, onların anlattıklarını dinliyor, dinledikçe yoruluyor, yoruldukça eski yaşamını özlüyormuş.
İlk gün unutup girmediği, ikinci ve sonraki günler merakına yenilip girmek istemediği kabuğunu hatırlamış sonra. Orası sıcacık ve güvenliymiş. Geri dönmek istemiş şairin tabiriyle "sırtının kamburu" evine. Ancak sırtındaki kabukta bir farklılık hissetmiş. O her zaman çekilip dinlendiği kabuğun içi artık karanlık değilmiş ve rüzgar esiyormuş küçük bir çatlaktan. Kaplumbağa bunu pek de umursamamış. Depreme dayanıksız raporu alıp bir muteahhitle anlaşıp düşük bütçeli yeni bir kabuk yaptırmayı düşünmüş ama sonra üşenmiş onca yolu gitmeye. Kaplumbağanın evindeki çatlak gitgide büyümeye başlamış. Her gün bir öncekinden daha ışıltılı ve daha soğukmuş.
Dışarıyı da bilen kaplumbağa, " Nasıl olsa dışarıda da hayatta kalabilirim." diyerek pek de aldırmamış bu çatlağa...
Günler, aylar geçmiş ve nihayet kış gelip çatmış.
Zavallı kaplumbağanın kabuğu her yağmurda daha fazla su almaya ve iyice açılmaya başlamış. Zavallıcık her gün bir öncekinden daha çok üşüyormuş. Dışarıdaki hayatında edindiği tüm arkadaşlarını aramış tek tek. Hiç biri onu evine davet etmemiş. Oracıkta titreye titreye uyuması hiçbir arkadaşını ilgilendirmemiş. Çünkü hepsinin kendine ait sıcak bir yuvası varmış zaten. Sadece arı arkadaşı ona bir çözüm önermiş. Her gün ona biraz bal getirecek ve kabuğunun çatlayan yerini yapıştırmaya çalışacakmış. Bir gün, iki gün ve her gün gelmiş arı. Söz verdiği gibi her gelişinde bir miktar bal getirip çok sağlam olmasa da yapıştırmış kabuğu. Kaplumbağa ona minnet duyuyormuş. Çünkü her gün hiç ihmal etmeden yalnızca ona yardımcı olmak için geliyormuş arı.
Bir gün çok şiddetli bir rüzgar çıkmış. Arı, kaplumbağaya bal getirirken rüzgara kapılıp kaybetmiş yolunu. O günden sonra iyi kalpli arıdan bir daha haber alınmamış.
Kaplumbağaya ne mi olmuş? Arının kaybolduğunu anlayınca ağlayıp sızlayacak değil ya kendine yeni bir arı bulup hayatına devam etmiş. Ta ki şiddetli bir rüzgar çıkıp yeni bir arıya ihtiyaç duyuncaya dek...