Eylül Arı

Güz...

Eylül Arı

Ağır ağır işliyor zamanım. Suyun altına girerek nefes alıyor bedenim. Suyu en son ayarda açıp bedenimin haşlanmasını izliyorum saatlerdir. Canımın yanması, ruhumunkini tetikliyor. Ruh acısını hiçbir şeye değişmem. Su damlacıklarının ayaklarıma düşüp, akıp gitmesini izliyorum. Siyah gözyaşlarım karışıyor umudun kaybolduğu yere doğru. Uzanıyorum birikmiş su yığınına. Ağırlaşan düşüncelerim buharlaşıyor. Dalıyorum kulaklarımın buğulandığı yere, sadece kalbim hayatta..

Sonra kendimi kimsesiz bir odada buluyorum. İçine bütün ölü düşünceleri hapsettiğim, gerçeklikten çok uzak, sona en yakın…

Pencere, kapının çapraz karşısında. Kırık camları ve ölü sinekleri var. Dışarıya baktığımda gördüğüm tek şey, gündüz vakti karanlık bir orman. Lamba patlak, eski püskü eşyalar, tozlu raflar, bir sabah dağıtılmış ve toplamak için kimsenin dönmediği "Belki de dönemediği..." bir yatak. Kulağımda hiç dinlemeyen bir melodinin çığlığı. Gözlerimde yaşama korkusu... Ölüme inanmak Tanrıya inanmak kadar gerçekçidir şimdi. Ölüme doğmak, yüzleşmek ve mutlu son... Çok çekici gelmiştir "intihar" kelimesi. Bazı kişiliklere göre saçma, bazılarına göre gereksiz, bazılarına göre amaçsız bir kelimedir. Ama bilmezler ki, insan doğarken intihar etmiştir. Geriye kalan sadece bedenini öldürmektir.

Sonra kendimi bir uçurumun kenarında buluyorum, en kenarında...

Toza bulanmış hayatlar görüyorum, oradalar. Kendi ateşlerinde yanıp, gökyüzünden can topluyorlar. Bense kendi cehennemimi yaratıyorum. Yaratıcısı da benim, ceza çekeni de. Nefesim kora, sözcüklerim küle dönüşüyor. Olduğum yerde sayıyorum…

Sonra kendimi bulamıyorum, sonrası yok.

“Güz’ün gözünden yaşamak”

Yazarın Diğer Yazıları