Eylül Arı

Sevgiliye notlar...

Eylül Arı

UMUTLA VAR OLAN IŞIĞIN TAM İÇERİSİNDEN

Labirentin sonunda ki ışığı gördüm. Koşar adımlarla yürümeye başladım. Bulmuştum sanırım umudu. Hazırdım buradan çıkmaya. Yaklaştıkça parlaklaşıyordu ışık. Göründüğü kadar büyüktü hissettirdikleri. Hızlanarak koşmaya başladım. Nefes nefeseydim. İçimde yürümeyi yeni öğrenen bir bebeğin sevinci. Kalbimde düğün şenlik havası. Tam çıkışa geldim, birden tuttu beni ellerimden. Çok derin bir his sardı bütün bedenimi, ruhumu. Yaşadığımı hissettim, yaşayabileceğimi hissettim. Nefessizliğime nefes olmuştu bu ışık. Gözlerimi kör ederken kalbimi açıvermişti bir anda. Ne olmuştu bana anlamadım. Kalbi kadar güzel bir çift göz ile açtım gözlerimi. Tarifi imkansız bir özlem hissetmeye başladım. Bedenimi sarmaya başladı, ruhum kendini teslim etti çoktan. Sanki bütün dünya kahkahalar eşliğinde dans ediyordu. Benimse etrafımda sadece bir beden sarıp sarmalıyordu beni. Neydi ki beni böyle bu tutkuya sürükleyen. Neydi beni benden alan bu his. Neydi beni deli divane eden bu can. Bilmiyordum ilk başlarda. Nerden geldi, nasıl geldi, ne oldu böyle.

Durdum bir an “Sakin ol Eylül, nefes alabiliyorsun. Nefesin geldi. İyi ki geldi.” Dedi Ayaz.

Güz onu destekledi. “Var olma sebebin, kalbini verebileceğin birisi geldi Eylül.”

işte o an anlamıştım. Bulmuştu beni. Her şeyimi tereddütsüz teslim edebileceğim gelmişti. Kalbimin emaneti gelmişti. Aşk beni bulmuştu. Ben aşka kavuşmuştum…

Artık açıldı kalbimin kapılara aşka. Bütün sessizliğimle haykırıyorum hayata, seviyorum!

UÇURUMUN TEPESİNDE Kİ ÇİÇEK

Birbirimizi tutmasaydık düşecektik sert kayalıkların üzerine. Biraz ilerde gelgit dans eden deniz. Tam tepesinde uçurum kenarları. Aynı anda düşüyorduk sanki. Veya atlamıştık bilmiyorum. Değdi ellerimiz birbirine, göz göze geldik. Durdu o anda hareket halinde ki her şey. Biz de dahil. Anlayamadık ne olduğunu. Adlandıramadık hissettiklerimizi o anda. İçimizde ölenler nefes almış gibiydi. Nasıl olabilir böyle bir şey? Nasıl canlanabilir ölenler? Nasıl durabilir zaman? Nasıl geri alabiliriz zamanı? Derken uçurumun kenarında belirdik. Benim buraya ilk gelişim değil. Daha önce de gelmiştim, daha önce de düşemeden tepesinde uyanmıştım. Ama bu sefer başka. Bu sefer bambaşka…

Neydi ölüleri uyandırsan bu his? Kim bu karşımdaki adam? O canlandırdı ne varsa içimde. Benimle birlikte o da canlandı belli, hissedebiliyorum. İlk defa doğru ve gerçek bir şeyler hissedebiliyorum. Yeni duygular tadıyorum. Yeni duygulara açıyorum kalbimin kapılarını. Evimde hissediyorum kendimi. Sanki uçurumun kenarından adım attığım anda evimden içeri girdim. O da bana dedi ki “Hoş geldin”.

Kilitledim kapıyı hemen ardımdan. Çıkmak istemedim asla dışarı. Ben zaten düşerken hapsolmuştum onda. Neler diyorum ben böyle, bu kelimeler nasıl çıkıyor benden bilmiyorum. Hayatımda ilk kez huzur kelimesinin beden bulmuş halini gördüm. Hayatımda ilk kez huzura büründüm. İkimizde kurtulmuş gibiydik bataklıktan. Onda ki heyecanı da görüyordum. Ben ne hissediyorsam aynısı onun gözlerinde de vardı. Ben nasıl bir insana bunları hissettirebilirdim ki? Olabiliyormuş, yapabiliyormuşum.

Kafamdan bin tane düşünce geçerken hala uçurumun kenarında birbirimize bakıyoruz şaşkınca. Yaklaşıyorum yavaş yavaş. O da bana doğru geliyor. Gözleri yaşam isteğiyle bürünüyor. Gözlerim yaşama arzusuyla doluyor. Düşen iki damla buna ithafen. İçimden fısıldıyorum “Yaşamak güzelmiş, yaşatan da öyle”.

Artık hissettiğimiz bütün güzel hisler gerçek,  Artık biz de varız bu hayatta. Beraber, sonsuz.

SEVGİYLE SONSUZ ŞÜKÜR

Şükürler olsun ki hayattayım. Şükürler olsun ki hayatta olduğumun farkındayım… Artık.

Bazen eskilerin kalıntıları beynimi parçalıyor yalan yok. Eski benliğimin izlerini zaman zaman yansıtıyorum şimdi ki benliğime. Kendime gelmem çok kısa bir zaman alıyor. Belki 1 belki 2 saat.

O 1-2 saatte bunun farkında olamıyorum elbette. Ruhum emiliyor, kanım çekiliyor, nefesim daralıyor parçalanıyor bedenim ruhumdan sonra. Enerjim bitiyor, gözlerim giderek kısılıyor. Ne olduğunu adlandıramadığım hallerden çıkmama yakın kendimi ve hayatımı sorguluyorum. Daha sonra bunun eski halimden kalan izlerin benden kopma çabası olduğunu görüyorum. Kurtulmuştum eski benlikten. Sadece bir iki yapışmış leke vardı üstümde. Onun kopma sancısı bu yaşadığım, şimdi anlıyorum. Ben bunları yaşarken en kötüsü buymuş gibi davranmam çok bencilce bunu da biliyorum. O anda sanki kriz anı vuruyor beynime. Bunlar da geçecek. Bunlar da dinecek. Çünkü güneş açtı benim için. Ben bilmezdim güneşin doğuşunu. Bilmezdim güneş açınca neler olabileceğini. Artık bilmekten öte tattım. Tatmaktan öte hissettim iliklerime kadar. Bedenim ve ruhum artık sancılar içinde değil. Artık kafamın içi cehennem yeri değil. Artık labirentte değilim.

Kendi başıma çıkmadım buradan. Kendi çabalarımın, çırpınışlarımın sonucu değil. Benim için o labirente giren bir adam sayesinde güzel olan her şey. Hiçbir şeyden korkmadı ve geri adım atmadı asla. Geldi tuttu ellerimden, kaldırdı beni yerden ve arkasına bakmadan çıkardı beni oradan. O kadar güzeldi ki yüreği. Gözleri ışıl ışıl. Elleri sıcacık. Teni kusursuzdu. Neydi beni ona bu kadar çeken. Neydi kalbimi heyecanlandıran… Bilmiyordum o zaman. Ama o anda bildiğim tek şey mükemmel sesiyle adımla seslenişiydi. Bende sorgusuzca ve sonsuz güvenle emanet ettim ona kendimi, kalbimi. Aitim artık bir yere. Aitim artık birisine. Sonsuz teşekkürüm sadece beni kurtardığı için değil. Kalbi için. Bu hayatta var olduğu için. Korkusuzca, titremeden var olduğu için. Bana yaşamanın ne demek olduğunu tattırdığı için. Nefes almayı öğrettiği için. Beni tüm kalbiyle sevip sahiplendiği için. Her şey için, ona ait, bize ait ne varsa onun için.

artık biliyorum beni böyle ona çeken şeyin ne olduğunu.

Şükürler olsun Allah’ıma,

Teşekkür ederim varlığına.

Seni çok seviyorum, hep iyi kal,

hep iyi kalalım,

mutlulukla.

FİLİZ VEREN BÜTÜN ÇİÇEKLERE

Feryat figan çığlıklar içinde uyanıyorum. Her sabah bir son bulmasını istediğim günü boş bakışlarımla dolduruyorum. Hiçbir şeyden haberim yok. Ben bir trenim ve raylar doğrultusunda gidiyorum. Bu yol beni nereye çıkaracak bilmiyorum. Öylesine hayatın verdiklerini yaşayıp günü kapatıyorum. Bu tren hiç durmuyor. Kafam bu hızı kaldıramıyor. Gün batıyor. Bir ağacın dalından bir yaprak daha yere bırakıyor kendini. Rüzgar saçımı dağıtıyor. Bedenim bu şiddete karşı gelemiyor. Köhne ve daracık yollardan geçerken nefesim duruyor. Durduramaz kimse bu treni. Çıkaramaz raydan kimse beni. Parçalanır elbet metal yığını bir gün…

Bir sabah uyanıyorum ve trenin karşısında birisi beni bekliyor. Tüm şeffaflıkla içini görebiliyorum.

Kalbinde bir şey var sadece benim görebildiğim, eminim.  Sessiz ve narin bir çocuk uyuyor sakinlikle. Hayatta ne olduğundan, hayatın neresinde olduğundan haberi yok. Treni yakaladığı anda farkına varacak sanki hayattaki değerinin. Çok az kalmışken ona varmaya, trene doğru koşmaya başlıyor. Ben son hızımdayım, o son hızında. Karşılıklı gelirken birbirimize birden yanımda beliriveriyor. Artık onu daha net görebiliyorum. Her nefes alışında çiçekler açıyor bedeninde. Her göz kırpışında bir kelebek kanat çırpıyor kirpiklerinde. Dokunuyorum kalbine. Çocuk uyanıyor. Yıllar boyunca gözlerini açmamış çocuk, bir anda elimi tutuyor ve gülümseye başlıyor. Gülümseyecekse bu şekilde bana diyorum ve kalbimi büyük bir arzuyla ona sunuyorum. Kabul ediyor ağır bir çekimle. Sanki tüm yaşamımız boyunca birbirimizi beklemişiz ve bir noktada buluşmuşuz gibi. Sanki aldığımız nefesin değerini birbirimizde bulmuşuz gibi. Sanki benim nefesim olmuş gibi…

Şimdi kurumuş ve yere düşen yaprağın yerinde bir çiçek filizleniyor aşkla.

Biz farklı yollarda sürüklenip giderken, hayat bizi birbirimizle karşılaştırdı, hayat bizi aşkla tanıştırdı.

Artık bütün mutluluklarım senin için, bizim için…

Yazarın Diğer Yazıları