Eylül Arı

Sona doğru - Kısım III

Eylül Arı

Bir korkuyla açtım gözlerimi. Göz kenarımda biriken çapaklar baktığım yeri görmemde zorluk yaşatıyor. Ölü gibi uyumuşum. Sessizlik ninni gibi işlemiş olmalı kulaklarıma. Olduğum yeri sanki evimmiş gibi hissediyorum bu nedenle içimde evimdeymişim rahatlığı var. Tuhaf. Çünkü ait olduğum yer burası değil benim. Belki de burasıdır. Bilmiyorum. Doğruluyorum kanepeden. İçerisi oldukça loş. Saçım başım dağınık. Kirli ve yalnızım. Yine, yeniden. Kafamı çeviriyorum sağa sola. Ne yapacağımı bilmiyorum.

Hayatımı devam ettirebilmem için evime dönmem gerekiyor. Uzaklaşmam gerekiyor beni yutan bu yerden. Her labirentin çıkış yolu vardır elbet. Çıkışı olmayan yerin girişi de olmaz ki. Kendimden aldığım güç ile kalkıyorum. Halsiz değilim. Mutfağa yönelip raftan tozlu bardağı alıp önce yıkıyorum sonra çeşmeden akıttığım suyu doldurup içiyorum. Ne kadar kurumuş içim, dışım. Ateşime su döküyorum sanki. Rahatladım.

Bırakıyorum bardağı öylece. Çıkıyorum kapıdan yavaş yavaş. Çıktığım gibi iniyorum çürümüş tahta merdivenlerden. Uyandığım yere arkamı dönerek yürümeye başlıyorum, orda ki bütün yaşanmışlıkları arkada bırakarak. Yine ayaklarıma batıyor koca orman. Yine ormanla bir başımayım. Neden kulübeden 43 numara botları giymedim ki? Neden üşümemek için başka kıyafetler geçirmedim üstüme? Gerek yok. Yaşanmışlık yaşandığı yerde kalsın. Üstüme sinmesin hiçbir iz...

Sanki sola ve sağa yürürsem orman bitmeyecek ve daha çok uzayacakmış gibi hissediyorum. Bu yüzden dümdüz ilerlemek geliyor içimden. Artık ne çıkarsa karşıma. Önümde üç yol var ise ve hangisine gideceğim benim seçimimse karşıma çıkacak şeylerdenkaçmamalıyım. Ben istedim ve yaptım. İşte böyle rahatlatmaya çalışıyorum içimi. Zaten bunu hayatımın tümünde uygulayabilseydim eminim burada olmazdım şimdi. Neyse işte. Kendi kendime konuşuyorum. Aklımı yitiriyorum. Sanki orman değil de beni yutan, zihnim… Saatin kaç olduğunu bilmiyorum. Ne kadar yürümem gerektiğini bilmiyorum. Dümdüz yürüyorum. İncelenecek bir yer yok. Demiştim her yer birbirinin kopyası. Esen rüzgar, koca ağaçlar ve ben…

Kaç adım attım bilmiyorum. Belki de saatlerce yürüdüm. Durdum bir anda. Koca ağaçların arkasında bir yol var. Kurtuldum. Heyecanla koşmaya başladım. İki orman arasında kalan, günde en fazla on arabanın geçtiği bir yola benziyor. Ayaklarım bitik halde. Sorun değil. Kaçış yolumu buldum. İndim hemen yola. Nefes nefeseyim. Hangi yöne gideceğimi bilmiyorum. İlerlemeye başlıyorum sağa tarafa doğru. Elbet geçecek bir araba. Umutla adım adım gidiyorum.

En son ne zaman bu kadar ferah hissetmiştim içimi. Bilmiyorum. Zemin ayağıma batmıyor artık. Onca taşlı topraklı zeminden sonra asfalt pamuk gibi geliyor. Uzaklardan bir araba sesi geliyor. Daha çok heyecanlanıyorum. Gülmeye başlıyorum kendi kendime. Ses giderek yakınlaşıyor. Yolun ortasına geçiyorum ellerimi kaldırıyorum beni almadan geçmesin diye. Karşımda lacivert külüstür bir araba. Şoförün kahverengi şapkası var yüzü gözükmüyor. “Dur” diye bağırıyorum.

“Lütfen alın beni, mahsur kaldım.”

Adam duruyor. Kafasını kaldırmıyor ama. O beni görüyor, ben onu göremiyorum. Açıyorum ön kapıyı biniyorum hemen. Teşekkür ediyorum, minnettar kaldığımı söylüyorum. Panik içinde burada mahsur kaldığımı ve yalnız olduğumu söylüyorum. Bir yandan gülüyorum bir yandan ağlıyorum. Sevincimi yaşıyorum avaz avaz. Adam tepki vermiyor. Sadece sürüyor arabasını. Üstünde sütlü kahve gömlek ve şapkasının renginde bir ceket var. Arabanın içi tozlu. Eski bir teyip. Camlarda lekeler ve kuş pislikleri. Koltukların kılıfları sökülmüş dikiş yerlerinden. Arka koltuk bomboş. Nereden geliyor bu araba, nereye gidiyor? Sorguladıkça korkmaya başlayacağım biliyorum.

Dirseğimi koyuyorum kapıya. Yaslıyorum kafamı elime. Suskun suskun gidiyoruz. Sonsuzmuş gibi yol 5-6 kilometre sonra son buluyor. Tekli çiftli serpiştirilmiş evler karşılıyor bizi. Yine de çok sakin her yer. Durmaksızın devam ediyoruz. Gittikçe kalabalıklaşıyor buralar. Ben gerçekten yaşadım mı bunları yani. Kafam çok karışık. Olduğumuz yerin merkezine giriyoruz. İnsanlar var ama sanki ölüm sessizliği sarmış herkesi. Ara sokaklardan geçiyoruz. Ne yapacağımı bilmiyorum. Nerde ineceğimi, nereye gideceğimi. Adam arabayı koca bir binanın önünde durduruyor ve inmemi bekliyor. Neden buraya getirdi ki beni?

Titrek sesimle teşekkür edip iniyorum bende. Demek ki buraya kadarmış. Kapatıyorum kapıyı ve adam gidiyor. Kaldırıyorum kafamı, koskaca bir yazı. Şehir Hastanesi. Ben neden buradayım, aklım almıyor. Giriyorum içeri belki birisi yardım eder. Belki birisi yardım çığlıklarımı duyar. İçeri girdiğimde sanki nereye gideceğimi biliyormuşum gibi yürüyorum. 3. Kata çıkıyorum merdivenlerden. Sanki bir şey beni yönlendiriyor buraya gelmem için. Uzunca bir koridor. Sağ taraftan ağlama sesleri geliyor. İnsanlar ölümle savaşıyor. Geride kalanlar bitik durumda… İlerliyorum koridorda, sola dönüyorum yine istemsizce. 256 numaralı kapıyı açıyorum.

Tek yataklı bir oda. Yatakta yatan birisi var. Bilekleri sarılı, yüzünü göremiyorum duvar var önümde. Tedirginim. İki adım atıyorum. Kalakalıyorum. Nefesim kesiliyor. Neler olduğunu anlamaya çalıyorum. Ben neden yatakta yatıyorum? Kollarım neden sarılı? Yatakta yatan kişi bensem neden ayaktayım? Kapı açılıyor yavaşça. Kafamı döndürüyorum. Annem ve babam. Gözleri şişmiş bitap bir haldeler. Beni görmüyorlar, göz göze bile gelemiyoruz. Yanımdan geçip yatan benin yanına gidiyorlar. Yüzümü seviyorlar. Gözlerimi açmam için Allah’a yalvarıyorlar… Her şey film şeridi gibi gözlerimin önünden geçiyor. Evimin küvetinde kanlar içinde gözlerimi kapattığımda kendimi ölü ruhlar hastanesinde, kafamın içinde bulmuştum. Şimdi de gerçeklikten kaçmayan bir hastane odasındayım…

İnsan bazı şeylerin değerini ne kadar geç anlıyor. İnsan geç kalınmışlıkları kazanmaya çalışırken vicdanıyla nasıl baş edeceğini bilmiyor. İnsanın doğasında bulunan “kaybetmeden değer bilmemek” ne kadar da hayatımızın her yerinde.

Süzülüyorum annemle babamın arasından, yatan benin üzerine bırakıyorum bedenimi. Birden birleşiyoruz ve tek bedene dönüşüyoruz. İçli bir nefes çekerek uyanıyorum aniden… Şimdi gerçekten yaşadığımı hissediyorum. Dönüm hayata, döndüm değerini fazlasıyla anladığım yere. İşte şimdi gerçekten evimdeyim…

Yazarın Diğer Yazıları