Fatih Çoban

Sınırlamanın dibi...

Fatih Çoban

5+1, 5+1+2, 6, 6+1, 6+2, 6+2+2, 6+0+4, 5+0+3, 5+3...

Yukarıdaki matematiksel ifadelerin hepsi Türk futbolunun son 20 yılda denediği yabancı sınırlamasının tüm güzide örnekleri. Bazıları o kadar beğenildiler ki ikişer kez kullanıldılar, kimisi ise o kadar şanslı değildi, gün yüzü bile göremeden tarih oldular.

Son 5 yıldır ise bir istikrar var gibi görünüyor, zira kural değişmedi. 28 kişilik kadroda en az 14 yerli bulundurmak şartıyla yabancı futbolcular için saha içi, kulübe veya tribün şeklinde bir kısıtlama yok. Fakat hemen heyecanlanmayın, önümüzdeki 3 yıl boyunca sahada aynı anda bulunabilecek yabancı oyuncu sayısı kademeli olarak düşürülecek.

Bu konuda elinde yetki olanların yaptıkları ve karşılığında Türk futbolunun geldiği nokta az çok biliniyor. Elinde yetki olmayanlar ise kabaca toparlamak gerekirse iki farklı görüşe sahipler; ilk görüş yabancı sayısının bir kaç ince ayar ile serbest olması, ikincisi ise katı bir yabancı sınırlaması ile yerli futbolculara daha çok şans verilmesi.

"Menemen soğanlı mı olur soğansız mı?" tartışmasında bile hemen tarafını seçerek cepheye koşan milletimiz tabi ki böyle bir konuda da fikren iki kutba ayrılmış durumda ve diğer görüşün neden yanlış olduğunu ispat için göğsünü siper edercesine savaşıyor.

Sınırsızlığı savunanlar, kısıtlama olduğunda mecburen oynatılan yerli oyuncuların kendilerini geliştirmeye çabalamadıklarını, yerli futbolcu piyasasının gereksiz yükseldiğini ifade ederler. Kısıtlama olması gerektiğini düşünenler ise yabancı futbolcuların kariyer sonlarında para için Türkiye'yi tercih ettikleri, yerli oyuncuların da kendilerini geliştirmek için yeterli süreyi bulamadıkları iddiasındadırlar.

Bu görüşlerin hepsi aslında belli bir mantık çerçevesinde tartışılıp anlaşılabilir. Zaten makul olan da kamuoyunun farklı fikirleri tartışması, anlamaya çalışması, en iyi sonuca ulaşmak için çabalamasıdır. Ancak genel olarak "doğruyu bulmak" değil de "doğrumuzu savunmak" gibi bir huyumuz olduğu için bu konuda da farklılıklardan bir sinerji yaratmayı beceremiyoruz. Çünkü asla düşünmüyoruz ki, her meselede olduğu gibi bunda da tek bir doğru yok, bizim için doğru olan yollar var ve amaç onlardan birini bulmak. Eğer bu işin bir formülü olsaydı dünyanın en büyük futbol ülkelerinden, en başarılı futbol altyapısına sahip ülkelerine kadar hepsinin farklı bir sistemi olmazdı.

Avrupa'nın en genç ve en kalabalık nüfuslarından birine sahip olup altyapıdan çıkan oyuncuların oynamasını teşvikte bu kadar gevşek davranan, bununla bağlantılı olarak da altyapı yatırımları için harcanabilecek maddi olanakları gereksiz tesislere, ülkenin en ücra köşesinde dahi karşımıza çıkan bilmem ne belediye spor takımlarına aktaran bir sistemin bu işin içinden çıkmak için kestirme yollar araması da anormal değil aslında. Tüm bunlar ışığında, ülkenin ve kulüplerin ekonomik gerçekleri ortadayken, Avrupa devlerine özenip, transfer dönemlerinde çılgınlar gibi para saçma lüksümüz yok, aslında hiç bir zaman da olmadı. Çözüm o paraların belki çok daha az miktarını bu topraklara doğru şekilde ekmek ve uzun vadede hasadı toplamaktan geçiyor.

Bu dönüşümü yapmaya cesaret edebilecek birileri çıkacak mı, yoksa cesarete gerek kalmadan şartlar bizi mecburen oraya mı götürecek, göreceğiz. Şu anki gidişata bakılırsa ikinci şık daha olası görünüyor ve akıllara Aykut Kocaman'ın 7 yıl önce söylediği şu sözler geliyor:

"Türk futbolunun aslında bir dip yapmaya ihtiyacı var. Bir dip yapıp nerelerde yanlış yapıyoruz diye gözlemlemeye ihtiyacı var. Bunu da sağlayacak en önemli şey yabancı sayısının serbest kalması. Yabancı sayısı serbest bırakılırsa ilk 5-6 veya 10 yıllık süreçte büyük bir çöküş yaşanacaktır. Çünkü biz dünyanın dört bir yanından en ucuz oyuncuları dolduracağız kadrolarımıza, sonra bunlarla da olmuyor diyerek üretmeye başlayacağız."

Ne dersiniz, dibi görmeye daha çok var mıdır?

Yazarın Diğer Yazıları